Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

45. Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Kongresi Antalya’da yapıldı

TÜRKİYE ENDOKRİNOLOJİ VE METABOLİZMA DERNEĞİ’NİN DÜZENLEDİĞİ 45. TÜRKİYE ENDOKRİNOLOJİ VE METABOLİZMA HASTALIKLARI KONGRESİ, ANTALYA’DA BELEK’TE BULUNAN BİR OTELDE GERÇEKLEŞTİ.

TÜRKİYE ENDOKRİNOLOJİ VE METABOLİZMA

Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği’nin düzenlediği 45. Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Kongresi, Antalya’da Belek’te bulunan bir otelde gerçekleşti. Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği (TEMD) Başkanı Prof. Dr. Mustafa Cesur, “Obezite, kontrolsüz diyabet, kronik alkol alımı, sedanter yaşam, hipotiroidi, nefrotik sendrom gibi durumlar sekonder Dislipidemi durumlarını oluşturur” dedi.

Endokrinoloji ve metabolizma hastalıklarının ele alındığı, ulusal çaptaki en büyük organizasyon olan, Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Kongresi’nin 45.’si, 17 – 21 Nisan 2024 tarihleri arasında Antalya Belek’teki bir otelde düzenlendi.

Tema kapsamında, kongre salonlarına isim verildi

Kongrenin 2024 yılı teması, son yıllarda etkisini giderek gösteren iklim değişikliğine dikkat çekmek amacıyla “Çevre ve İnsan” olarak belirlendi. Kongreyi düzenleyen ve bu yıl kuruluşunun 60. yılını kutlayan Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği (TEMD), “Başka Dünya Yok” sloganıyla küresel ısınma, çevre kirliliği gibi faktörlerin ormanları, gölleri, nehirleri ve endokrin sistemi olumsuz etkilediğini vurguladı. Bu nedenle; kongrenin yapıldığı salonlara son yıllarda çevre sorunlarına maruz kalan Gökova, Salda Gölü ve Kızılırmak’ın adı verildi.

Erkeklerde yüzde 78.7, kadınlarda yüzde 80.4 oranında lipid anormalliği gözlendi

Kongre kapsamında düzenlenen basın toplantısının açılışında konuşan, Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği (TEMD) Başkanı Prof. Dr. Mustafa Cesur, ’Kardiyovasküler Risk Faktörü Olarak Dislipidemi’ konusunda bilgiler verdi.

Dislipideminin oluşumunu, total kolesterol yüksekliği, iyi kolestrol, kötü kolestrol ve trigliserit yüksekliği olarak açıklayan Cesur, şu ifadelere yer verdi:

“Lipidlerin yani kan yağlarının fazlalık veya eksikliğine ya da işlevsel bozukluklarına dislipidemi denilmektedir. Total kolesterol yüksekliği (Hiperkolesterolemi), halk arasında kötü kolesterol diye bilinen LDL kolesterolün yüksekliği, yine halk arasında iyi kolesterol diye bilinen HDL kolesterolün düşüklüğü ve trigliserit yüksekliği (Hipertrigliseridemi) dislipideminin kapsamını oluşturur. Hiperkolesterolemi ve Hipertrigliseridemi klinik uygulamada en önemli dislipidemilerdir. Lipid bozuklukları bünyesel ve ailesel (genetik) yani primer olarak oluşabilir veya herhangi bir hastalığa bağlı olarak yani sekonder gelişebilir. Obezite, kontrolsüz diyabet, kronik alkol alımı, sedanter yaşam, hipotiroidi, nefrotik sendrom gibi durumlar sekonder Dislipidemi durumlarını oluşturur. Ülkemizde TEMD olarak bizim yaptığımız bir çalışmada erkeklerde yüzde 78.7, kadınlarda yüzde 80.4 oranında en az bir lipid anormalliği olduğu tespit edilmiştir ve bu oldukça yüksek bir orandır. Yüksek total kolesterol, LDL kolesterol ve Trigliserid oranları yaşla birlikte artmaktadır ve en yüksek oran 45-65 yaş aralığında görülmüştür.”

Kardiyovasküler ölümlerin yüzde 40’ından dislipidemiler sorumlu

Kardiyovasküler ölümlerin yüzde 40’ından dislipideminin sorumlu olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Mustafa Cesur, riskli kişilerde tedavi planlamasının önemine işaret etti. Cesur, “Dislipideminin önemine gelince; orta-yüksek gelir düzeyindeki ülkelerde ölümlerin yüzde 40’ı Kardiyovasküler Hastalıklara (KVH) bağlıdır. Kardiyovasküler ölümlerin de yüzde 40’ından Dislipidemiler sorumludur. Hiperkolesterolemi kalp damarlarının etkilendiği koroner arter hastalığı ve beyin damarlarının serebrovasküler hastalık başta olmak üzere ateroskleroz yani damar sertliği ile yakından ilişkilidir. Plazma total kolesterol ve LDL kolesterol düzeylerinin yüksekliği koroner arter hastalığı ve kardiyovasküler nedenlere bağlı ölüm doğrudan ilişkili bulunmuştur. Orta ve yüksek riskli hastalarda LDL-Koleterol düzeylerinin düşürülmesi, kardiyovasküler olayları azaltır. Hipertrigliseridemi de özellikle yağlı karaciğer ve pankreatit riskini artırdığı gibi yanı sıra ateroskleroz oluşumuna da katkı sağlar. Dislipidemi ateroskleroz oluşumunda temel faktördür. Çok yaygın görülür ve semptom vermeden seyredebilir. Aterosklerotik süreçte en önemli rolü LDL kolesterolün oynadığı unutulmamalıdır. Riskli kişilerde tedavi planlaması önemlidir” diye konuştu.

“Ülkemizde her 3 kişiden biri, yüksek tansiyon hastası”

Türkiye Endokrinoloji Ve Metabolizma Derneği Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Ayşe Kubat Üzüm, endokrin hipertansiyona değindi.

Hipertansiyonun, ciddi komplikasyonlara neden olabilen ve toplumda yaygın olarak görülmesi nedeniyle önem verilmesi gereken bir sağlık problemi olduğunun altını çizen Prof. Dr. Üzüm, şöyle konuştu: “Ülkemizde yapılan çalışmalar yaklaşık her üç kişiden birinde yüksek tansiyon olduğunu bize göstermiştir. Yaş ilerledikçe sıklığı daha da artmaktadır. Kontrolsüz hipertansiyon; organ hasarlarına sebep olabilir. Görme kaybı, kalp damar hastalıkları, kalp yetersizliği, inme, böbrek yetersizliği gibi önemli sağlık sorunlarını da beraberinde getirmekte, hatta ölüme sebep olabilmektedir. Bu sbeple de kontrol altında tutulması önemlidir. Tüm hipertansiyon hastalarının yaklaşık %80-90’ının net bir tıbbi sebebi yoktur. Amacımız, hipertansiyonun kontrolünü sağlamak.”

Anne karnında plastik ajana maruz kalan bebek, ciddi sorunlar yaşayabilir

Türkiye Endokrinoloji Ve Metabolizma Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. Melek Eda Ertörer, endokrin bozucu ajanlar ve insan sağlığı üzerindeki etkisini aktardı. Prof. Dr. Ertörer, endokrin bozucu ajanları, endüstrileşmenin kaçınılmaz sonucu olarak yaşama dahil olan, üreme ve gelişimsel süreçleri olumsuz etkileyen dış ajanlar olarak tanımladı. Ertörer, “Endüstride kullanılan plastikler, polyester, epoksi reçine, teflon gibi ajanlar, doğada bulunan ve gıdalarla alınan soya, DDT gibi tarımda kullanılan bazı maddeler, kozmetiklerde ve deterjanlarda kullanılabilen fitalatlar “Endokrin Bozucular”a örnek olarak gösterilebilir. Endüstriyel atıklarla besin zincirine katıldıktan sonra çoğu doğada yüzyıllarca yok olmayan ve yayılan bu maddeler, solunum yolu, cilt yolu, ağız yolu gibi yollardan organizmaya girerler. Yağ dokuda birikerek, ağırlıkla östrojen duyargalarına bağlanır ve etki ederler. Olumsuz etkilerinin ortaya çıkması için bazen on yıllar geçmesi gerekebilir. Özellikle anne karnında ve/veya yaşamın ilk yıllarında bu maddelere maruz kalmak, ilerleyen yaşlarda ciddi sorunlara yol açabilmektedir. Kısırlık, tekrarlayan düşükler gibi olumsuz etkilerinin yanı sıra, düşük zeka, dikkat eksikliği, bağışıklık sistemi sorunları, astım, diyabet, obezite, hormon duyarlı kanserler (örneğin; meme ve prostat kanseri) gibi pek çok hastalığa yatkınlık oluşturabilir” ifadelerine yer verdi.

Basın toplantısında; TEMD Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Mustafa Cesur, TEMD Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Ayşe Kubat Üzüm, TEMD Genel Sekreteri Prof. Dr. Melek Eda Ertörer, TEMD Yönetim Kurulu Üyeleri Prof. Dr. İbrahim Şahin, Prof. Dr. Erman Çakal, Prof. Dr. Mine Adaş ve Prof. Dr. Zeynep Cantürk kongrede öne çıkan bilimsel ve güncel konulardan; Diyabet ve Komplikasyonları, Obezite Nedenleri, Osteoporoz Risk Faktörleri, Endokrin Bozucular ve Sağlığımız, Kardiyovasküler Risk Faktörü Olarak Dislipidemi, Endokrin Hipertansiyon, Tiroid Nodülleri gibi başlıklarda önemli bilgiler aktardı.