Küçük bir sahil kasabasında yaşayan herkes geçimini balıkçılık yaparak sağlıyordu. Soğuk bir kış günü öğle saatlerinde neredeyse kasabanın tüm erkekleri kayıklarına binip kısmetlerini aramak için denize açıldılar. Kısmetlerinde ne varsa alıp döneceklerdi. Ancak o gün bir terslik olmuş ve balıkçıların dönüş saatleri yaklaşmasına rağmen denizden dönen yoktu. Kasaba halkının neredeyse tümü deniz kenarına inerek yakınlarını beklemeye başladı, bir taraftan da dualar ediyorlardı.
Zaman hayli geçip hava kararmaya başlayınca büyük bir fırtına koptu. Deniz kenarında bekleyen vatandaşların endişeleri daha da arttı ve dualarını yüksek seslerle okumaya başladılar. Umutların tükendiği anlar yaklaşırken kasabanın girişinde bulunan bir balıkçının evinden alevler yükselmeye başladı ve yangın gittikçe büyüyordu. Yakınlarını bekleyen tüm kasabalı yangına doğru koşarak evi söndürmeye çalıştılarsa da evden tek bir eşya kurtaramadılar. Bütün çabaları boşa gitmişti.
Bu arada tanyeri ağarmaya başlamış ama denizdeki balıkçılardan hala dönen yoktu. Eller semaya açılıp tekrar dualara başlandığında uzaklardan dalgalarla boğuşan birkaç tekne gözüktü. Derken tekneler birer ikişer çoğalıyordu. Evi yanarak kül olan balıkçının karısı bir kenarda teselli edilirken tekneler kıyıya yaklaşmaya çalışıyordu. İçlerinde evi yanan balıkçı da vardı. Nihayet karaya ayak bastılar, yakınlarıyla sarmaş dolaş oldular.
Evi yanan kadın ayağa bile kalkamıyor, adeta dizlerinin bağı çözülmüş öylece duruyordu. Kocası koştu ve karısına sarıldı: “Çok şükür sağ salim dönebildik.” Kadın ağlayarak “Evimiz yandı, hiçbir eşyamızı kurtaramadık!” deyince adam “Çok şükür,” dedi. Kadın “Yangında evimiz yandı diyorum, sen çok şükür diyorsun!” deyince, “Eğer evimiz yanmasaydı, denize açılan tüm arkadaşlarımızla birlikte bir daha geri dönemezdik. Denize açıldıktan sonra çıkan fırtına tüm arkadaşları savurup sürükledi, nereye gittiğimizi ve nerede olduğumuzu bilmiyorduk. Çok uzaklarda bir ışık belirdi, hepimiz dalgalarla boğuşarak ışığa doğru gitmeye çalıştık. Meğerse o ışık bizim yanan evimizmiş. Bak yanındayım, kurtuldum. Evimizi yeniden yapabiliriz, bu alevlerle gelen bir mutluluk oldu.”
Ancak her zaman alevlerle mutluluk gelmiyor. Bolu Kartalkaya otelde çıkan yangında 78 kişi yanarak can verdi. Bunların 77’si Türk vatandaşı ve çoğunlukla çocuktu. Sayın Bakan, “Bu olayın faillerini 10 günde ortaya çıkartıp adalete teslim edeceğiz,” demişti. Ancak suçsuz yere tutuklanan itfaiyeciler oldu. Severek yaptıkları görevden dolayı 2 aydır cezaevindeler. Onların da evlerine ateş düştü.
Sadece onlara değil… Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan, “Bakanlık talimatıyla görevden el çektirilen 7 bilirkişinin yerine atananlar ön rapor hazırlayacaklardı. Bu kadar süre geçti, ortada rapor yok. Bakanlıktan bir tek tutuklama yok. Kurulacak araştırma komisyonuna dilekçe verdim, ‘Bildiklerim var, beni dinleyin,’ dedim. Dilekçeme yanıt bile vermediler. Bu nedenle otelin ateşi bize de düştü,” diyor.
Düşen ateşin hepsi bu kadar mı? Bakın ateşin büyüğü nereye düştü: 17 Mart 2025 Pazartesi günü görülmeye başlanan Erzincan İliç maden kazasının davasına Milletvekili Deniz Yavuzyılmaz katılmak istedi. Bu isteği kabul edildi ve Yavuzyılmaz, “Maden sahasının büyütülmesi iznini Çevre ve Şehircilik Bakanlığı verdi, o sorumludur, onun da yargılanması gerekir,” demesine rağmen mahkemenin yanıtı, “Bakanlığa takipsizlik verdik, dosyada olmayan konu yargılanamaz,” oldu. Bu yanıttan sonra İliç’e ateş düştü.
Kalın sağlıcakla.

YORUMLAR