Çok açık söylüyorum: Ülke yangın yeri. Neresinden bakarsanız bakın, ülkenin üzerinde hiç eksik olmayan kara bulutları görürsünüz. Bu satırlarımı okuyup “sakın felaket tellallığı yapıyorsun” demeyin, çünkü yazdığım her satırım beni haklı çıkarıyor.
Önceliğim ekonomi olsun. Ülkede yaşayan vatandaşlarımızı rahmetli Özal 3 kategoriye ayırmıştı: üst tabaka, orta direk ve alt tabaka. Şimdi soralım: Ülkede orta direk kaldı mı? “Az da olsa kaldı” diyenler çıkabilir, onların da tuzu kurudur. Eskiden emekli olan biri, emekli parasıyla ev-araba alıyordu. İkinci el bir araba alması bile çok zor şimdi.
“Ortalık yangın yeri diyorsun ama ekonomiden bahsediyorsun” diyebilirsiniz. Siyasetin fokurdamasından bahsetmek isterim, ancak ortada öyle nahoş olaylar, haksız kayyumlar var ki araştırmacılar, profesörler saatlerce tartışıyor, içinden çıkamıyor. Bu nedenle bu konulara girmek istemiyorum. Yasalar ve “bağımsız” dedikleri mahkemeler çözsünler, tabii çözebilirlerse.
Asıl konumuzun 2025-2026 eğitim-öğretim yılının başlaması olmalıydı, ama günün şartları ve yaşananlar adeta başımızı döndürüyor. 18 milyon öğrenci, 1.2 milyon öğretmenle yeni eğitime başladık. Öğrencilere 185 milyon ücretsiz ders kitabı dağıtıldı, ancak bir öğün yemek yine yok. Servis ücretleri geçen yıla göre daha pahalı, simit-su kısacası her şey zamlandı. Asgari ücrete ara zam yapılmadı, ev kiraları %43 zamlandı, emekli zam göremedi.
Ne diyelim? Her sevincimiz kursağımızda kalıyor. Basketbol Milli Takımı’na sevinirken, Filenin Sultanları dünya ikinciliğine razı olurken, İspanya “futbol işte böyle oynanır” dersi verip gitti. Demem o ki, tam sevinecek oluyoruz, birileri “otur yerine” diyor.
İktidar her fırsatta “ekonomimiz iyiye gidiyor, enflasyonu tek haneye düşüreceğiz” diye nutuk atarken, bir siyasi hata yapıp borsayı düşürüyor. Gariban köylü, gariban işçi, gariban vatandaş nasılsa ödüyor.
Peki devlet ne yapıyor? Allah için, doğruyu söylemek gerekirse çalışıyor. İnanmasanız gidin bakın: İstanbul Sazlıdere Barajı çevresine binlerce konut yapıyor. Yetti mi? Yetmedi. İstanbul Kadıköy Caferağa Mahallesi’nde bulunan afet koordinasyon alanı olan 12 bin metrekarelik alanı imara açıp buraya lüks konutlar yapmaya hazırlanıyor. Semt sakinleri eylem üzerine eylem yapmasına rağmen geri adım atılmıyor. Deprem toplanma alanları sadece Kadıköy’de değil, bir çok ilçede yok edildi. Bu da yok edilecek.
Sahi, söz depremden açılmışken: Geçtiğimiz günlerde Sındırgı’da 6 dakika içerisinde peş peşe 3 deprem yaşadık; 4.6, 3.4 ve 4.1 büyüklüğünde. Yaşadığımız bu depremlerde hayli korktuk. Konuyla ilgili olarak deprem bilimci Prof. Süleyman Kampal: “Sındırgı bir termal bölgesi, bu nedenle yer altı lavların yüzeye yakın olması ve fayların daha rahat kırılmasını sağlıyor” dedi. “Sındırgı depremi, Gediz’de meydana gelen 7.2’lik depremin etkisini geçmez, ancak bu bölgede yapı stoku iyi olmadığı için 6.1 olarak yaşadığımız depremde hasar gören yapıların yıkılmasını sağlıyor.”
Peki, peş peşe yaşadığımız bu üç deprem sonrası Sındırgı ne halde? Kim söyler? Tabii ki hiç kimse. Devlet hastanesi çadırda hizmet veriyor, okullarımız açıldı. Kim kontrol etti, hangi okul güvenli bilinmiyor. Büyük depremin ardından bir çok bakanın ziyaret ettiği ve konteyner sözü verilen vatandaşların durumu nedir, bilmiyoruz. Sadece iktidarda daha fazla nasıl kalınır hesapları yapılırsa, ne Sındırgı ne de 6 Şubat depremi yaraları sarılabilir. Ancak rezerv alan deyip arsanıza el konulabilir. Buna iki yönlü kazanma denir: birincisi gelir elde ediliyor, ikincisi zaman kazanılıyor. Kimse konuşmasın, elindekiyle yetinsin, sesini çıkarmasın.
Şu an ülkenin bir numaralı gündemi demokrasi, daha da önemlisi terörsüz Türkiye. Ülkesinde terör isteyen alçak ve şerefsizdir. Çıkın sokağa sorun: okumuşu-cahili, fakiri-zengini, herkes terörü lanetler. Bu nedenle 28 Ağustos tarihinde TBMM’de toplanan Terörsüz Türkiye Komisyonu çalışmalarına devam ediyor. En güzel kararları, en isabetli kararları vereceğinden hiç şüphem yok. Velakin aklıma çok kötü konular da gelmiyor değil. Terörsüz Türkiye konusu o kadar basit bir konu değil. Bu nedenle biraz araştırarak yazmaya karar verdim, zira bu ülke terörden çok çekti. Sıvasız kerpiç evlere çok ateşler düştü.
Komisyon bir karara varır: PKK silah bırakıp dağdan inerse, bu teröristler ne olacak? Bunların askerlik çağında olanları askere alınacak mı? Bunları düşünürken 1992 yılında yapılan bir manşet ilişti gözüme. Gazeteci Korhan Karakaş’ın haberi 9 sütuna manşet yapılmış: “Genelkurmay Başkanı’na Zehirli Kahve”.
Bu haberi fazla uzatmadan aktarmak istiyorum. Yıl 1992. O yılda doğanlar bugün 33 yaşında. Bu yaşta olanların çoğunun evlenip bark kurduğunu sanıyorum, ama bu haberi hiç birinin okuduğuna ve öğrendiğine imkan yok, zira yaşları yetmiyor.
Neyse… Dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, Birinci Ordu Komutanı Orgeneral İsmail Karadayı, Kara Kuvvetleri Komutanı Muhittin Fişunoğlu, 3. Kolordu Komutanı Korgeneral Hikmet Köksal İstanbul Hadımköy Zırhlı Tugayı’nı denetliyorlar. Tugay komutanından brifing alıyor ve denetimi tamamlıyorlar.
Saat 12.30 civarında Genelkurmay Başkanı “yemek hazır mı?” diye soruyor. “Hazır komutanım” yanıtını alıyor. “Ben erlerin yemeğini soruyorum, erlerle karavana yiyelim” deyince hep beraber er yemekhanesine geçiliyor. Yemekler yeniliyor, kahve içmek için tugay komutanının odasına geçiliyor. Kahveler sipariş ediliyor. On dakika sonra garsonlar kahveleri getiriyor. Askerlik geleneğine göre Genelkurmay Başkanı kahvesini yudumlamadan kimse içmiyor. Komutan nezaketen kahvesine dudaklarını değdirip çekiyor ve “bu kahve bir acayip ve ağır bir koku var” deyince tugay komutanı kahvenin tadına bakıyor ve bağırarak “kimse kahvesini içmesin” deyip odasından kahvelerin hazırlandığı mutfağa koşuyor. İki er ortada yok. Hemen kahveler güvenli bir şekilde saklanıyor, mutfak kilitleniyor, erler aranıyor.
Kahveleri hazırlayan erler nizamiyeye koşarak gelip komutanlara “kahve fincanı alacağız” deyip nöbetçiyi kandırıp nizamiyeden kaçıyorlar. Emniyetli bir yere saklanan kahveler, adli tıp ve özel laboratuvarlarda yapılan incelemeler sonrası… Komutanların kahvelerine dünyanın en etkili zehri siyanür koymuşlar! Siyanürlü kahveyle komutanları öldürmek isteyen PKK’lı terörist Mustafa Akın bir çatışmada öldürülüyor. Diğer garson PKK teröristi Mehmet Saka hâlâ yakalanmadı, belki de öldü.
Demem o ki, Terörsüz Türkiye Komisyonu’na tabii ki güveniyoruz, ama sonu nasıl olur? Yarın askere alınırlar mı? “Teskere bırakıp uzman çavuş olmak istiyorum” derler mi? Bu soruları kendime soruyorum. Kimse üzerine alınmasın, yazımla başlığımın pek alakası yok demeyin. Asıl konuya şimdi geliyorum.
Diyanet İşleri Başkanımız Sayın Ali Erbaş neredeyse her fırsatta “israf haramdır, içkili yerlerden alışveriş yapmayın” der ve fetvalarında bu konuları işlerdi. Gel gelelim… Diyanet İşleri Başkanı Sayın Erbaş’ın kızı Bihter Erbaş, İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nü bitirdikten sonra lüks mekanlarda boy göstermeyi ve oralardan çektiği fotoğrafları paylaşmayı çok seviyor. Bihter Erbaş’ın İstanbul sosyetesinin tercih ettiği mekanlarda sürekli boy gösterirken “hafta sonu yorgunluğu atma etkinliğidir” demeyi ihmal etmiyor.
Bihter Erbaş’ın özel şaraplarıyla bilinen bir mekandan fotoğraf paylaşması dikkat çekerken, mekanın fiyatları da bizim dikkatimizi çekti: Çorba 520 TL, Mezeler 400 TL, Peynir tabağı 870 TL, Levrek 2.450 TL, Kuzu kol 3.950 TL…
Ali Erbaş “israf haramdır” diyor. Şimdi anlamışsınızdır yazımın başlığını.
Kalın sağlıcakla.

YORUMLAR