Yazımın başlığıyla yazıma giriş kısmının hiçbir alakası yoktur; peşinen söyleyeyim, başlığımda ne anlatmak istediğimi uzun uzun anlatacağım. Yeni Gazetemde yazmaya başladığım günden bu güne değin tüm yazılarım Çarşamba günleri yayınlanıyor. Çarşamba da Cumhuriyet’in 102. yılı; yani yazımın yayınlandığı gün Cumhuriyet Bayramımızı kutluyor olacağız. Bu vesile ile tüm halkımızın Cumhuriyet Bayramını en içten duygularımla kutluyorum.
Bu kutlama fasılından sonra gelelim yazımızın başlığına: “Gelin Tartalım.” Geçtiğimiz günlerde biten raporlu ilaçlarımı yazdırmak için sağlık ocağına gittim. İlaçlarımı yazdırdım, reçetemi aldım, tam gidecektim ki aile hekimimiz, “Karşı odaya uğrayın, kilonuza boyunuza baksınlar,” dedi. Gerçekten şaşırdım. Odaya girdim; iki personel, birisi kilo ve boy ölçüyor, diğeri ise deftere bunları kaydediyor. “Bu olay yeni başladı galiba,” dedim. “Evet,” dediler, “Bakanlık istiyor.” Yanıtını verdiler. Oysa bunlara hiç gerek yok. Bakanlık vatandaşın nasıl beslendiğini hepimizden çok biliyor.
Türkiye’nin çok kaliteli beslenme düzeyinde dünya birincisi olduğumuzu da biliyordur, sayın Memişoğlu. Zira yapılan bir araştırmada dünyada en çok ekmek tüketen ülkenin Türkiye olduğu belirlenmiş. Yurdumuzun insanı yılda 200 kilo ekmek tüketiyor. Yapılan istatistikte hayli fazla ülke yer alıyor; ancak ben sadece 15 ülkeyi baz aldım:
Türkiye yılda 199,1 kilo ekmek tüketirken; Sırbistan 135 kg, Bulgaristan 131 kg, Ukrayna 88 kg, Kıbrıs 74 kg, Arjantin 72 kg, Yunanistan 70 kg, Danimarka 70 kg, Polonya 70 kg, Portekiz 70 kg, İrlanda 68 kg, Hollanda 60 kg, Macaristan 60 kg, Almanya 57 kg, Lüksemburg 55 kg ekmek tüketiyor.
Bu çok beslenme değil; bunun adına yokluk deniyor. Yokluk: Karbonhidrat, ekmek, makarna… Sonra da “Gelin tartalım!” Dar gelirli beslenemez. Dar gelirli dediğimde işsiz güçsüz değil; asgari ücretli, emekli, tek çalışan memur, marketi’n yolunu unuttu. Bir kilo pırasa 70 lira olursa, bu insanlar bırakın kırmızı eti, sebze bile alamıyorsa, meyvesi’n tadını unuttuysa söyler misiniz: ne yiyecek? Tabii ki makarna. Bir taraftan makarna yiyoruz, diğer taraftan bekliyoruz. İnşallah gerçekleşir! Evet, umarım gerçekleşir. Neyi bekliyoruz, biliyor musunuz?
Sayın Cumhur Başkanımız söz vermişti. Geçtiğimiz günlerde arşivi karıştırırken dinledim: 2023 yılında kişi başı milli gelirimiz 13.243 dolar olacakmış, 2024 yılında 15 bin dolar olacak ve 2025 yılında milli gelirimiz 17 bin dolar seviyesine çıkmasını bekliyoruz, demiş. Bizde bekliyoruz. Daha 2025 bitmedi. Bir umut, işte…
Asıl gerçeklere gelelim: Avrupa ülkeleri 26 Ekim Pazar günü yaz saati uygulamalarına son vererek gece saat 04:00’te saatleri bir saat geri alacak. Biz bu uygulamayı boşu boşuna inatla sürdürmeye devam ediyoruz. Eski Enerji Bakanı Albayrak yaz saati uygulamasını 2015 yılında kaldırdı, hala devam ediyor. Gerekçesi: enerji tasarrufu yapacakmış. Ben de ısrarla “Enerji tasarrufu değil, daha çok enerji harcanıyor” diyorum.
Gelin bir hesap yapalım: Balıkesir’de 198 bin 512 öğrenci, 17 bin 522 de öğretmen var. Kışın bunların, özellikle sabahçılar ya da tekli eğitim yapanlar, saat 06:30’da kalkıyor ve saat 07:00’de yollara düşüyor. Bu çocuklar evlerinde okul hazırlıklarını yapmak için mutlaka lamba yakacaklar. Sadece Balıkesir’de sabah saatlerinde en az 1-2 saat elektrikler zorunlu olarak açık olacak. Öğrenci ve öğretmen toplam sayısı: 216 bin 34. Bu ne demek? 216 bin ampulün aynı anda yanması demek. Peki, bunun tasarrufunu bizde anlatın!
2015 yılından bu yana birileri bizi sömürüyor mu? Yoksa Avrupalılar aptal olduğu için mi yaz saati uygulaması yapıyor? Küçücük sabıları sabahın ayazında ve alaca karanlıkta yollara dökmekten vazgeçin; günah, günah!
Gelin tartalım dedik; nerelere geldik! Birden aklıma geldi; sizinle de paylaşmak isterim. Hani bir söz vardır: “Rakamlar yalan söylemez, ama yalancılar rakam söyler.”
Türkiye’de hemen herkes tanır Abdullah Kığılı. 2022 yılında AK Parti için şunları söylemişti: “Türkiye AK Parti ile 50 yıl ileriye gitti.” Söyler sayın Kığılı’nın ağzından çıkmıştı. Bakın, şimdi ne diyor? “2025’te tekstil bitti. Böyle giderse giyecek kıyafet bulamayacağız,” diyor. Beyefendi, peki 50 yıla ne oldu?
Biz giyecek her şeyi buluruz. Lüks yaşayanlar düşünsün. Sonra biz güçlü bir ülkeyiz. Güçlü olmasak, Suriye’ye 825 okul yapar mıydık? 120 bin konut, üniversite, hastane, tıp fakültesi kurar mıydık? Güçlü olduğumuz kadar sevilen ve tercih edilen bir ülkeyiz. Sayın Kığılı, tercih edilmesek, tüm Avrupa bize gelip çalışır mı? Dağın başında yol yok, su yok, iz yok; adamlar maden arıyor. Etrafınıza bir bakın. Tercih edilen başka ülke var mı?
Bakın, daha açık bir şekilde yazayım: Türkiye’de Cumhuriyet döneminden AK Parti dönemine kadar 1.168 maden ruhsatı verilmiş. Oysa AK Parti döneminde 386 bin ruhsat verilmiş. Tabii büyük işleri büyük adamlar yapar.
Yazımı rahmetli eski Cumhur Başkanımız Süleyman Demirel’in anlattığı bir anıyla bitireyim:
Demirel şöyle anlatıyor: “39 yaşında Başbakan oldum. İsmet İnönü ise Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanıydı. Yeminle söylüyorum, onunla ne zaman görüşmeye gitsem dizlerim titriyordu. Çoban Sülo o ise Garp Cephesi Komutanıydı, Cumhuriyet’in ikinci adamıydı. Seçimlerde yüzde 50 oy alarak Başbakan oldum. Meclis koridorunda karşılaştık. Yanıma yaklaştı ve ‘Meclis’in kaç merdiveni var, Süleyman?’ dedi. Ama ben bilmiyordum. Bir gün sonra onun çıkış saatine denk getirip yanına yaklaştım. ‘220 merdiven var, Paşam,’ dedim. ‘Kime saydırdın, Süleyman?’ dedi. ‘Bizzat kendim saydım,’ deyince, bak Süleyman, lider dediğin basit işlerle uğraşmaz. Bak, ben bile bilmiyordum merdivenleri; sana saydırdım.”
Kalın sağlıcakla.

YORUMLAR